Sahip olduğunuzu düşündüğünüz en değerli şey nedir bu hayatta? Ya da şöyle sorsak sahip olmayı arzuladığınız, sahip olursanız saadete erişeceğiniz şey nedir? Bir araba mı, bir ev mi, bir yazlık mı, bir kadın mı, yoksa bunların hepsini birden elde edebileceğinizi düşündüğünüz para mı? İnsanın yeryüzündeki en büyük gayesi mutluluksa bunlara sahip olmak sizi mutlu edecek midir?
Peki bunlara sahip olmak için nasıl bir bedel ödemeyi uygun görürsünüz? Her şeyin bir bedeli varsa, ki vardır, sahip olmak istediğiniz bu şeylerin bedeli nedir acaba? Hadi bir başka pencere daha açalım: Bunlara gerçekten sahip olabilir misiniz? Yoksa kadim bilgiden haberdar değil misiniz? Terk edemediğiniz hiçbir şeye sahip olamazsınız. Sizin sandığınız şeylere sahip misiniz, yoksa onların kölesi misiniz? Yüce Allah Kuran-ı Kerim’de “Kim yalnız dünya hayatını ve ziynetini isterse biz onlara yaptıklarının karşılığını orada tastamam öderiz. Orada onlar bir eksikliğe uğratılmazlar.” (Hûd, 15. ayet) diye buyurur. Yaşamdan ne istersen sunulur sana, ama bedelini de ödersin. Unutmamak lazım: Neyi istersen onun kölesi olursun. Öyle bir şey isteyin ki karşılığında bütün bir cihanı verin, bütün varlığınızı onun yolunda feda edin. Öyle bir şey olsun ki bu hiçbir pişmanlık duymayın, hatta bırakın pişmanlık duymayı mutluluğun anahtarını elinize geçirmiş olun. Eşrefoğlu Rumî bulmuş o anahtarı:
Cihânı hîçe satmaktır adı aşk
Döküp varlığı gitmektir adı aşk
Ancak bu anahtara sahip olanın da ödemesi gereken bir bedel vardır. Vazgeçmesi gereken şeyler vardır. Herkesin her şeyi hak ettiğini düşündüğü bir zamanda kendini aşkı için feda etmeyi düşünecek birileri hala var mıdır acaba? “Ya benimsin ya toprağın!” diyerek sevdiğini mezara gönderen biri aşık mıdır gerçekten? Aşık, sevdiğini mi yoksa kendini mi feda etmelidir? Her şeyi kendi için isteyen biri ne kadar kendini sevgili uğruna feda edebilir, sevgili için bütün acılara göğüs gerebilir? Oysa aşkın ilk şartlarından biri elindeki şekeri (sükkeri) başkalarına (ayruğa) sunarken zehir (ağu) yutmayı göze almaktır.
Elinde sükkeri ayruğa sunup
Ağuyu kendi yutmaktır adı aşk
Aşk uğruna her türlü sıkıntıya, acıya katlanmanız gerekir. Bırakın katlanmayı bile isteye belalara atmanız gerekir kendinizi. İşte o zaman gerçekten arzuladığınız aşka kavuşmuş olursunuz.
Belâ yağmur gibi gökten yağarsa
Başını ana tutmaktır adı aşk
Kendinizi ateşlere atmayı göze almanız gerekir bu uğurda. Pervanenin (kelebek, kepenek) muma aşkını bilirsiniz. Işığın etrafında dönüp duran pervane ancak o ateşi kucaklarsa muradına ermiş olur. Yanmayı göze almayan aşık olur mu hiç? Aşk ateşini içinde taşıyan aşığa, ne yapar ki dünyanın ateşi. O zaten için için yanmaktadır. Yürek yangınını söndürecek bir şey yoktur bütün varlığını sevgiliye feda etmekten başka.
Bu âlem sanki oddan bir denizdir
Ana kendini atmaktır adı aşk
Hakikat bilgisine ulaşmış olanlar bilir ki sonsuz saadete ulaşmak isteyenlerin vücudunu aşkları uğruna fani kılmaları gerekir. Kendi varlığını feda etmeyi düşünmeyenin aşk ile işi olmaz vesselam.
Var Eşrefoğlu Rûmî bil hakîkat
Vücûdu fâni etmektir adı aşk
* * * * * * *
Eşrefoğlu’nun mısralarındaki aşkın fazlasıyla abartılı olduğunu söyleyebilirsiniz. Bunun edebiyatın gereği olarak böyle ifadelendirildiğini de söyleyebilirsiniz. Ama şu gerçeği gözden uzak tutmamak gerekir: Aşkın kendisi zaten abartılı bir durumdur. Aşık olanlar bunu bilirler.
Divan şiirindeki sevgili motifinden söz ederken öğrencilerimizin birçoğu bu aşıkları anlayamadıklarını, sevgilinin yoluna kurban olmayı hastalıklı bir hal olarak gördüklerini, aşığın mazoşist biri gibi göründüğünü söylerler. Sık sık sevgili değiştiren, yaz için ayrı, kış için ayrı bir sevgili hayal eden birinin divan şairlerinin şiirlerine konu ettikleri aşığı anlamalarını beklemek yanlış olur. Her şeyi çabucak tüketen insanlar doğal olarak aşkı da tüketeceklerdir. Aşk pazara düşerse tüketilmesi kaçınılmazdır zaten. Alınıp satılan bir şeyin de aşk olduğunu söylemek ne kadar doğru olur acaba.
TDK sözlüğünde aşık, “bir kimseye veya bir şeye karşı aşırı sevgi ve bağlılık duyan, vurgun, tutkun kimse” olarak tanımlanıyor. Aşığın sevgisi normal değil “aşırı” olmak durumunda, yoksa ona aşık diyemezsiniz. Yani aşk normal bir durum değil ki aşık da normal bir insan olsun. Aşk bir hastalık halidir aslında. Doğal olarak da aşık da aslında bir hastadır. Aşığın tek ilacı da aşkın kendisidir. Aşık derdine derman arayan biri değildir, derdinin aşkının dermanı olduğunun farkındadır. Aslında bu durumun bir dert olduğunu da biz düşünürüz, aşığın aşkından bir şikayeti yoktur. Asıl aşksız/dertsiz kalmak korkutur aşığı. Fuzuli unutulmaz mısralarında bunu şu şekilde dile getirmiş:
Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabib
Kılma derman kim helakim zehri dermanındadır
Kılma derman kim helakim zehri dermanındadır
Yukarıdaki beyitte aşık, doktora “aşk derdinden hoşnut olduğunu, herhangi bir şikayeti olmadığını, kendisini iyileştirmek için derdine derman aramamasını, asıl onun vereceği dermanın helakına sebep olan bir zehir olacağını” söyler. Aşığı seyredenler onun hasta olduğunu düşünürler. Yoksa Mecnun’un ya da Kerem’in bir şikayeti yoktur, onlar hasta/dertli olduklarını düşünmezler, onlar için asıl dert aşksız/dertsiz kalmaktır. Bir an bile dertsiz kalmayı istemezler, dertsiz kalmak helak olmak demektir aşık için. O yüzden eskiler “Allah seni dertsiz bırakmasın.” diye dua ederlermiş. Çünkü insan olana dert lazım. Derdi olmayana insan mı denir? O yüzden aşk derdinden kurtulması için babası tarafından Kabe’ye götürülen Mecnun şöyle dua eder:
Yâ Rab bela-yı aşk ile kıl âşîna beni
Bir dem bela-yı aşktan etme cüdâ beni
(Ey rabbim beni aşk belası ile aşina kıl. Bir an bile beni bu aşk belasından ayırma.)
Şöyle dediğinizi duyar gibiyim: “ İyi de senin anlattığın ilahi aşk kardeşim! Bizi aşar!” O zaman ben de şunu söyleyeyim: Yaratılanı sevemezseniz yaratanı hiç sevemezsiniz.Edirneli Emrî’nin beyitiyle bitirelim yazıyı:
Sûfî mecaz anladı yâre muhabbetim
Âlemde kimse bilmedi gitti hakîkatim
DİL&ANLAT - Şubat/Mart - 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder