“Ağlamadan
dillerim dolaşmadan
dillerim dolaşmadan
yumruğum çözülmeden gecenin karsısında
şafaktan utanmayıp utandırmadan aşkı
üzerime yüreğimden başka muska takmadan
konuşmak istiyorum.” (İsmet Özel)
Her yazıya başlarken gelip zihnime takılan bu mısralarla başlamak istedim bu sefer. Ama başladığım hiçbir yazıda yazmak istediklerimin hepsini yazamadım. Bazen muhataplarımı düşünmem, bazen de yüreğimin aklımı ele geçirmesi sebebiyle kelimelerim zincirlenip kaldı zihnimde. O yüzden yazdıklarım düşündüklerimin küçük bir parçası oldu çoğu zaman.
Bu yazının konusu benim mesleğim. Ve ben kendimle ilgili konuşmaktan çok hoşlanmam. Kendimi anlatırken kendime karşı dürüst olabilirim ama size bu dürüstlüğün ne kadarını yansıtırım bilemiyorum. Hoşunuza gitmeyecek şeyleri yazarsam okumaya devam eder misiniz? Haklı olabileceğimi düşünür müsünüz? Yoksa yüzünüzü buruşturup dergiyi bir kenara mı bırakırsınız? Ne beklersiniz benden? Nasıl bir yazı yazmamı istersiniz? Dürüstçe ne düşündüğümü duymak ister misiniz? Yoksa yıllardır dilinize doladığınız, kulaklarınıza çalınıp duran ezberleri mi duymak istersiniz benden?
****
Modern dünyada hiçbir şeyi hakkıyla düşünmeye vaktimiz yok. Her şeyi geçiştirmek zorundayız. Çünkü acele yaşıyoruz. Yetişmek zorunda olduğumuz o kadar çok şey var ki düşünmeden hareket etmek zorundayız. Düşünmek vakit kaybıdır modern insan için. “Düşünme,/ Arzu et sade!/ Bak, böcekler de öyle yapıyor.” demiş Orhan Veli. Sanırım modern insanın yapması gereken de bu. Belki biz de bir sabah Gregor Samsa gibi büyük bir böcek olarak uyanabiliriz.
Herkes için bir gününüz olursa onları çokça düşünmenize gerek yoktur. Doktorlar için bir gün, hemşireler için bir gün, polisler için bir gün, öğretmenler için bir gün; anneler için bir gün, babalar için bir gün, çocuklar için bir gün, yaşlılar için bir gün; hasta hakları için bir gün, çocuk hakları için bir gün, insan hakları için bir gün vb. Arka arkaya sıralanınca ne kadar da düşünceli bir topluluk olduğumuz düşünülebilir. Herkesi düşünecek bir günümüz vardır, ama yukarıda bir kısmını saydığım hiçbir topluluk bir güne sıkıştırılacak kadar değersiz değildir. Her biri için uzun uzun değerlendirmeler yapılabilir, ama biz öğretmenlere dönelim isterseniz.
Bir bilgeye, “Öğrencilerinize dua etmeyi öğretiyor musunuz?” diye sormuşlar. O da şöyle cevap vermiş: “ Ben onlara dua etmeyi değil, bir dua gibi yaşamayı öğretiyorum.” Anlatmak istediğim de tam da bu işte. İnsanlara öğretmenliğin faziletlerini ezberletip durmak değildir doğru olan. Asıl yapılması gereken bu mesleğe itibarını iade edecek bir yaşama dönülmesidir. Öğretmene verilen değer çocuklarımıza verilen değerin de göstergesidir, geleceğimize verilen değerin göstergesidir. Çocuklarınızı, geleceğinizi bu kadar düşünürken onlara yol gösterecek olanlara sadece bir gün itibarlarını iade etmek ne kadar doğrudur? Sorunun cevabını size bırakıyorum.
Aslında bu konuda bizim de sorumluluklarımızın olduğu bir gerçek. Yıllar boyunca yetiştirdiğimiz öğrencilerimiz bize gereken saygı ve sevgiyi göstermiyorsa şapkayı önümüze koymamız gerekir. Bu itibarın kaybedilmesindeki payımızı unutmamamız gerekir.
Bir harfe kırk yıl köle olunduğu, hocanın atının ayağından sıçrayan çamurun şeref sayıldığı, sınıftaki yerinin cumhurbaşkanından önce sayıldığı bir anlayıştan bu güne nasıl geldiğimizin adamakıllı sorgulanması gerekir. Neyi yanlış yapıyoruz ki öğretmene mesleğinin hak ettiği saygıyı ve itibarı kazandıramıyoruz.
***
Çok karamsar olduğum düşünülmesin. Bunları söylüyor oluşum bile düzeleceğine olan inancımdandır. İnsan umuttur çünkü. Bizi güzel günlere götürecek küçük küçük güzellikleri görmüyor değilim. O küçük ama değerli adımların bizi yeni bir dünyaya taşıyacağına bütün olumsuzluklara rağmen inanıyorum. Çünkü hayatı değiştiren şeylerin küçük şeyler olduğunu biliyorum.
Biz çocuklarımıza daha güzel bir dünyaya olan inancımızı aşılayabilirsek değişecek bu dünya. Öfkemizi dindirirsek barışın bizi kollarına alacağına inandırabilirsek çocuklarımızı, değişecek bu dünya. Her şeye sahip olarak değil, paylaşarak dünyanın daha huzurlu bir yer olacağına ikna edebilirsek onları, değişecek bu dünya. Asıl mücadele etmeleri gerekenin başkaları değil kendileri olduğuna inandırabilirsek onları, bu dünya değişecek. Onları birbirleriyle yarışan birer yarış atı olarak görmekten vazgeçersek değişecek bu dünya. Biz değişirsek dünya değişecek.
Görevini hakkıyla yapan; yeni, güzel bir gelecek kurma hayalini kuran; umudunu kaybetmemiş, mesleğinin onurunu her şeyin üstünde tutan; insana ve onun değişebileceğine inanan; aklıyla ve kalbiyle kendini işine veren; öğrencilerini iş olarak değil de geleceği kuracağı birer emanet olarak gören tüm öğretmenlerimin bu günü ve tüm günleri kutlu olsun. Allah bu öğretmenlerimin yar ve yardımcısı olsun.
DİL&ANLAT - KASIM 2015 - 20. Sayı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder