3 Mayıs 2017 Çarşamba

SEN BU YAZIYI OKUMA!

Bu yazıyı okumaya hiç ihtiyacın yok!
Daha doğrusu okumaya hiç ihtiyacın yok.
Başlığı okuduktan sonra yukarıdaki iki satırı da okuyup buraya kadar geldiysen seni takdir ettiğimi ve sana minnet(!) duyduğumu bilmeni isterim.
Senin gibi doğuştan bütün bilgilere ve tüm insanların ve tüm dünyanın hatta tüm evrenin sırlarına vakıf birinin benim gibi bir acizin satırlarını hala sabırla okuyor olmasının nasıl büyük bir lütuf(!) olduğunu anlatamam.
Benden öğrenebileceğin hiçbir şey yok. Çünkü sen benim söyleyeceklerimi de önceden bilensin, benim yazacaklarımı bir kâhin gibi önceden tahmin edebilensin. Herkese olduğu gibi bana da verdiğin bir not var. Notunu verdiğin insanın hangi düzeyde olduğunu da en iyi sen bilirsin. Yazdıklarımı, yazacaklarımı, söylediklerimi, söyleyeceklerimi, anladıklarımı, anlayacaklarımı bilirsin. O yüzden ne yazacaklarımı okumaya ne söyleyeceklerimi dinlemeye ne de beni anlamaya ihtiyacın var senin. Senin kendinden başka birine ihtiyacın yok.
****
Oysa ben muhtaç biriyim, bu dünyayı aklımın alabilmesi çok da mümkün değil. O yüzden söylenen, yazılan her şeye dikkat ederim. Bilmediklerimin çokluğu bilenlere olan saygımın gerekçesi olur her zaman.
Bilginin güç olduğu öğretilmedi bana, bana silahların daha güçlü olduğu belletildi yıllarca. O silahları üretmenin bilgiden geçtiği söylense de asıl saygının silahlara gösterildiğini anlamam için uzun zaman geçmesi gerekti. Bir yenilmişlik duygusunun ürünü olan bu tavrın ne çok insanımızı etkisi altına aldığını gördüm zamanla.
Tutunabileceğim dallarımı bir bir budamışlardı. O yüzden kendi ağacımı kendim yeşertip büyütmem gerektiğini öğrendim zamanla. Bazı şeyleri yeniden oluşturmanın ne kadar zor olduğunu gördüm ve başka tecrübelerin dünyada bize ne kadar gerekli olduğunu fark ettim. Keşfedilmiş olanı yeniden keşfetmenin bir anlamı yoktu. Onu anlamak ve geliştirmek gerekiyordu. Anlamak ne kadar da zor şeydi, başkalarının tecrübelerini anlamak ne kadar da güçtü. Anlamayı tercih etmek zordu. Ben zor olanı tercih ettim. Sen kolay olanı.
O yüzden bilgiye aç, arayan, sorgulayan, anlamaya çalışan bir acemiyim dünyada. Sen her şeyi bilen bir komutan edasıyla yukardan bakıyorsun biz acemilere. Aşağılanmayı hak eden işe yaramaz, adam edilmesi gerekenleriz biz senin gözünde. Hayalleri kelepçelenmesi gereken, senin aklına uymaysak her türlü kötülüğü hak eden biçareleriz biz senin gözünde. İnançları ilkel, düşünmesini bilmeyen, güzellikle olmuyorsa zorla hizaya getirilmesi gereken, tarihin tozlu sayfalarına gömülmesi gereken çağdışı yaratıklarız. Güzel olan ne varsa sende, senin söylediklerinde, senin önerdiklerinde, senin aklında.
Sen hayal kurmazsın, o yüzden hayal kuranları aşağılarsın. Sen umut etmezsin, umuduyla yaşayanları gerçeklerin karanlığında boğmaya kalkarsın. Acıya sabredenleri suçlarsın, her türlü acıyı hak ettiklerini haykırırsın yüzlerine.  Tüm yokluklara karşı hayata gülümseyenlere kızarsın, oturup ağlasınlar istersin bütün yokluklarına. Gülümseyişlerindeki kederi görmezsin, kederlerine yabancısın. O yüzden nefretle bakarsın gülümseyen yüzlerine. Ağlasınlar ve gözyaşlarında boğulsunlar, çünkü onların bu dünyada var olmaları bile büyük bir işkenceyken sana, bir de değerli vaktini bu değersizlere(!) laf anlatmakla geçiriyorsun. Elinden gelse bir kalemde sileceksin onları. Elinden gelse onların yerine yeni bir halk ithal edeceksin.
Öylesine merhametlisin(!) ki dünyanın neresinde olursa olsun zulme uğrayanların yanında olduğunu söylersin. Zalimin karşısında, haksızlığa uğrayanın yanında olduğunu büyük puntolarla yazarsın gazete köşelerinde. Ama aynı zamanda dünyanın efendilerinin de kim olduğuna dikkat etmek gerektiğini altını özellikle çizerek vurgulamakta da bütün dünyayı onların dilinden ve bakış açılarından hareketle yorumlamakta da mahirsin. Onlarla birlikte çalışır, onların ülkelerinde boy göstermeyi arzularsın ve medeniyetlerini kurdukları dünyanın karanlığını görmezden gelirsin. Zulümlerdeki paylarını ya görmezsin ya da güçsüzün ezilmeye mahkûm olduğunu iddia edersin. O zaman güçlü olmak için çabalayalım desem, bana inanmazsın, içinden çıktığın topluma inanmazsın, insanımıza güvenmezsin. Esaretten başka seçenek sunmazsın bana. Tek kurtuluşun güçlünün yanında yer almak olduğunu, bize sunulana teslim olmak olduğunu iddia edersin. Sen her zaman güçsüzün yanındasındır(!) ama onlara yardıma koşanların yanında hiç olmazsın, hatta çılgınlıkla suçlarsın onları. Mazlumlar için mücadele etmek gerektiğini söyler, mazlumlar için mücadele edenleri aşağılarsın. Silahlanmanın karşısında olduğunu söylersin, en çok silahı olanın önünde eğilirsin.
Ölüm sana değmediği müddetçe ölenleri umursamazsın, umursar gibi görünmeyi de ihmal etmezsin. Halk için konuşursun halkın yanında yer almazsın. Barışta aşağıladığın adamlara savaşta övgüler dizmesini de bilirsin. Çünkü seni ancak onların koruyabileceğini bilirsin. Çünkü onlar bu ülke için yaşamayı bildikleri gibi bu ülke için ölmeyi de bilirler. Yaşamayı da ölmeyi de bilene saygı duymayı bil dostum. Saygı duymazsan saygı görmeyeceğini unutma. Kusura bakma biraz akıl verir gibi oldu cümlelerim, yoksa akla ihtiyacın olmadığını biliyorum. Sen akıl alan değil verensin her zaman(!) Zaten yazıyı buraya kadar okumuş olman da tarifi mümkün olmayan bir lütuf(!) benim için.
Ben mi? Ben bir şey bilmem dostum, dedim ya öğrenmeye çalışan bir acemiyim. Yediden yetmişe herkesten öğreneceklerim var. Öğrendikçe de bilmediğimin farkına varıp susmayı tercih ediyorum, Susup yaşamayı…

DİL&ANLAT 
MART-NİSAN 2017
SAYI: 22


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder