19 Ekim 2015 Pazartesi

ŞİKÂYET Mİ? HAYIR...

Sadece son sınıf öğrencilerinin yazılarının olacağı bir dergi çıkarma teklifi ile geldiğinde Nilay, öğrenciler yazı yazarlarsa seve seve onlar için bir dergi çıkarabileceğimizi söyledim. Ama uyarmadan da edemedim: “İşin çok zor.” Son sınıf öğrencilerine duyuru yapıp yanıma gelişini hatırlıyorum Nilay’ın: “Hocam, kırkın üzerinde öğrenci yazı yazacağını söyledi.” Yazıları toplaması için ona iki ay süre verdim; bana mayıs ayında teslim etmesini, en geç mayısın ortasında yazıları bana getirmesini söyledim. Hülasa yazılar bana haziran ayında geldi. Bana gelenler on yazı bir şiir. Kırkın üzerinde öğrenciden sadece on biri yazı verebilmişti Nilay’a.
Bu duruma şaşırdığımı söyleyemem. Her yıl son sınıf öğrencilerinin bir şeyler yapmayı isteyip de üniversiteye hazırlığın bütün dünyalarını kaplamış/karartmış olmasından yapamadıklarını biliyordum. Bu sene de farklı bir durum olmayacaktı. Ama aslında beklediğimden daha fazla yazının çıktığını söyleyebilirim. Ben en fazla beş yazı bekliyordum. On bir yazı gerçekten iyi. Bu on bir eseri ders içinde on ikinci sınıflara yazdırdığım şiirlerle destekleyerek bu sayıyı meydana getirdik.
Evet, bu sayıda sadece 12. sınıfların yazı ve şiirleri var. Onlar okula veda ederken geride son bir iz daha bırakmak istediler. Biz de dergimizin bu sayısını onlara ayırdık. Gönlüm istedi ki çok fazla öğrencimiz okuldan ayrılırken duygularını ve düşüncelerini ifade etsin. Ama içinde bulundukları şartlar gereği çok azının bunu ifade etmesi hüzün verici.
Dört yıl boyunca iyi niyetle emek verdiğiniz öğrencilerinizin öğretmenleriyle ilgili, okullarıyla ilgili neler düşündükleri önemli. Gerçekten ne düşündüklerini açık yüreklilikle ifade edebilseler de biz de sonraki yıllarda eğitim-öğretim anlayışlarımızı bu doğrultuda yeniden gözden geçirebilsek. Okulu yapay bir alan olmaktan kurtarıp gerçek bir yaşam alanına dönüştürebilsek.
Önümüze konulan hedeflerin bir çoğumuzu güzel şeyler yapmaktan alıkoyduğunu da biliyorum. Bu dergide  şu anda yüz civarında yazı yoksa bunun en önemli sebebinin bu hedefler olduğunu söyleyebilirim. Bunu söyleyince bir kısım öğretmen, veli, öğrencinin “Ne yani, üniversite çalışmalarını bırakıp yazı yazmakla mı uğraşsınlar?” şeklindeki itirazları da insanların duygu ve düşüncelerini yazılı olarak doğru ve güzel bir şekilde ifade etmelerinin önemine yapılan düzeysiz itirazlardan biridir. Bir öğrencinin üniversiteye hazırlanıyor oluşu onun kitap okumasına, yazı yazmasına engel olacak bir şey değildir. Ama bunu anlatamıyoruz. Çünkü okumanın ve yazmanın zaman kaybı olarak algılandığı ve algılatıldığı bir süreçten geçen çocuklar, aileler hatta öğretmenlerin bir kısmı bunu anlama becerisini gösteremiyorlar. Bu da çok doğal. Doğal ama aynı insanlar iş hayatına atıldıklarında sorunlu birer birey olarak hepimizin hayatını etkiliyorlar. İletişim kurmasını bilmeyen bir doktor canımızı daha çok acıtıyor. Çocuklarla empati kuramayan bir öğretmen daha incitici oluyor. Hukukçu olarak mesleğine başlayan bir avukat dilekçe yazmasını beceremiyor. Belirli koltukları hasbelkader işgal eden bir yönetici insanların karşısında iki kelam edemiyor. Sonra dönüp okulu ve eğitim sistemini suçlamayı çok iyi biliyoruz ama.
Fark yaratmak istiyorsanız şartlarınızı zorlamalısınız. Hiçbir zaman şartlarınız dört dörtlük olmayacak. Unutmayın fark yaratmak için bazen bütün çevrenizle mücadele etmeniz gerekebilir. Kimse size anlama ve anlatma becerisini bir anda kazandıramaz. Oysa öğrencilerimizin bir kısmı paragraf soruları çözerek bunu halledebileceğini düşünüyor. Dilbilgisi soruları çözerek dili kullanma becerisini geliştireceğini sanıyor. Anlatım bozukluğu sorularıyla dilindeki pürüzleri gidereceğini sanıyor. Ya da aslında bunların hiç birini önemsemiyor. Düşünmek, akletmek gibi melekelerin hayatına nüfuz etmesini hiç istemiyor. Çünkü onun adına düşünen anneleri, babaları, abileri, ablaları, öğretmenleri, okulları, yöneticileri var nasılsa. Ne gerek var gözlerinizi, elinizi yormaya; kafa patlatmaya. Ne gerek var fark yaratmaya. Ortaya koyduğunuz ürünler de bir sorun olarak algılanıyorsa, yaptığınız her yenilik itirazlara hedef oluyorsa, her ayağa kalkışınızda bir el omuzlarınızdan aşağı bastırıyorsa, her yeni düşünceniz “icat çıkarma” denilerek aşağılanıyorsa ne gerek var sıkıntıya. Hiçbir şey bilmeden, hiçbir şey okumadan, hiçbir şeyi düşünmeden mutlu mesut yaşamak varken; niye okuyarak, yazarak, düşünerek ve gittikçe yalnızlaşarak yaşamayı seçelim ki. Bu kadar da  abartma mı dediniz. Bırakın abartmayı az bile söyledim. Bakın şöyle etrafınıza,  söylediğimden daha fazlasını göreceksiniz.
Şikayet etmek değil derdim. Sadece bir durum tespiti yapmaya çalışıyorum. Okumanın ve yazmanın değersizleştirildiği bir zamanda, okuyan ve yazanların emeklerinin karşılığını alamadıkları bir zamanda bizim öğrencilerimizin yazı yazmaktan uzak durmalarını anladığımı ifade etmektir derdim. Onları anlıyor olmam onların haklı olduklarını göstermez. Onlara empatiyle yaklaşıyorum ama sempati duymuyorum.
Bu durumun değişmesi için dergi çıkarıyoruz. Duygularını ve düşüncelerini ifade edebilecekleri fırsatlar sunuyoruz onlara. Farklılıklarını sergileyebilsinler istiyoruz. Ama bu farkı ortaya koyan öğrencilerim takdir görüyorlar mı? Hayır. Kendilerine bu emeklerinden dolayı teşekkür ediliyor mu? Hayır. “İltifat görmeyen mal zayii olur.” İltifat edin ki düşünmenin, yazmanın, üretmenin değerli bir şey olduğunu çokça anlasınlar.
Son olarak dört yılın üç yılında birlikte dergiler çıkardığımız öğrencilerim, kızlarım; Nilay, Bengi ve İrem sizinle çalışmak güzeldi. Emekleriniz için teşekkürler, bu kadar çok sayıda dergi çıkarabildikse sizin katkılarınızla. Ben sizlere plaket veremeyeceğim ama  çıkardığımız her bir dergiyi birer plaket olarak saklayacağınıza eminim. Her biri birbirinden değerli çok güzel nişan’lardır onlar. Gururla taşıyabilirsiniz. Okumaya, düşünmeye, yazmaya devam. Daha nice nişan’larınız olacak. Allah’a emanet olun.

DİL&ANLAT - HAZİRAN 2015- 19. SAYI


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder