20 Mart 2015 Cuma

ÇOCUKLAR KİRLENMESİN

Kimi için uzun , kimi için kısa bir hikâye ömür dediğimiz. Bitmek bilmeyen çilelerle dolu bir ömür uzun, bitmesini istemediğin güzelliklerle dolu bir ömür kısa. 
Acılar kuşatmışsa hayatınızı yaşadığınız her bir dakika bir asır kadar uzun gelir, ölüm ne çok arzulanan bir dosttur o zaman. Acıları tedavi eden bir ilaç, acıları sonlandıracak bir doktor, zindan karanlıklarından aydınlığa açılan bir kapı, gelmesi için dualar edilen bir sevgili, gülümseyerek gelen bir melektir ölüm.
Güzelliklerle doluysa etrafınız, yaşam her dakikasında yeni bir mutluluk taşıyorsa önünüze ve yaşadığınız dışında bir gerçek tanımıyorsanız ölüm korkulandır. Mutluluklarınızı sonlandıracak, gelmesi istenmeyen bir yabancıdır ölüm. Sağlığınıza son verecek bir maraz, size dayanılmaz acılar getirecek bir zehir, sizden uzak olmasını istediğiniz bir düşman, hep kaçmak istediğiniz ama hiçbir zaman kurtulamadığınız elinde tırpanla sizi kovalayan korkunç bir zebanidir ölüm.
Ya da bunların hiçbirisi değildir ölüm. Ölüm sadece ölümdür. Manilius’un deyimiyle, “Doğumla ölüm başlar; son günümüz ilkin sonucudur.” Ne onu çok arzuluyor oluşunuz ne de köşe bucak kaçıyor oluşunuz sizi bekleyen sonu değiştirmez. Er ya da geç sizi bulacak bir sondan korkuyor olmak ya da onu arzuluyor olmak yaşama bir ihanettir. Ölümü anlamlı kılan şey her durumda yaşamın kendisidir. Yaşamın değerini bilmeyen, ölümün de değerini bilmeyecektir. Yaşarken aynı zamanda ölüyoruz. Bunu bilerek yaşamaktır aslolan.
Ne garip varlıklarız. Sahip olduklarımıza yeryüzünde hiçbir canlı sahip değil. Bütün bir yeryüzünü hatta gökyüzünü bize aitmiş gibi kullanıyoruz. Bizim dışımızdaki varlıkların yaşam alanlarını hoyratça işgal ediyoruz ama yine de sığamıyoruz koskoca dünyaya. Gün gelecek bir metrekarelik bir toprak parçasında çürüyüp sığamadığımız dünyaya karışacağız. Yaşarken doymayan gözümüzü bir avuç toprak doyuracak. O zaman neden bu hırs, bu kendini bilmezlik.
Ne kadar istersen iste hiçbir şeye sahip olamazsın. Her şey  gerçek sahibinindir. Siz emanetçisi olduğunuz  şeylere neden bu kadar da sahiplenirsiniz ki, onları gerçek sahibine hiç iade etmeyecekmişçesine açgözlülükle yaşamak niye? Çıplak geldiğimiz bu dünyadan yine çıplak gideceğiz. Gerisi bedeni ve ruhu yoran, hırpalayan, acıyla dolduran birer yükten başka nedir ki, dağların yüklenmekten korktuğu ve bizim talip olduğumuz yükten başka? Bu yükü taşımak kaderimiz ama yükümüze bu kadar bağlanmak kaderimiz değil. Yükümüzü bize emanet edene ihanet etmeden taşımak ve asıl sahibine teslim edeceğimizi ve ona teslim olacağımızı ve sorumluluklarımızdan hesaba çekileceğimizi unutmamak gerekir. Hesabı kolay verenler emanete hıyanet etmeyenler olacaktır.
Çocukken hiçbir şeyimizin olmadığı bilirdik. Sahip olmadıklarımızın derdini de taşımazdık sırtımızda. Büyüdük, biz büyürken büyüklerimiz önümüze bir gelecek kaygısı koydu. Güzel bir gelecek için bir şeylere sahip olmamız gerektiğini öğrettiler bize. (Şimdi biz öğretiyoruz çocuklarımıza.) Daha çok mutluluk için daha çok şeye sahip olmamız gerektiğini öğrettiler. Sahip oldukça mutlu olacağımızı sandık. Oysa sahip olduğumuz her şey mutluluğumuzdan eksiltti. Bunu çok geç anladık. Anladığımızda çocukluğumuzun o masumiyetini kaybetmiştik, kirlenmiştik, her tarafımız dünyaya bulanmıştı. Keşkeler kaplamaya başlamıştı hayatımızı. Keşke tekrar çocuk olabilseydik, keşke yeniden yaşayabilseydik yaşadıklarımızı, keşke çocukluğumuzun tadını çıkarabilseydik. Hiçbir şeyimizin olmadığı ama her şeyin  de bizim için olduğu o güzel anlara dönebilseydik. Hesapsızca sevebildiğimiz, ağlayabildiğimiz  o güzel günlere dönebilseydik. Büyüdük ve kirlendik. Keşke kirlenmeden büyüyebilmeyi becerebilseydik. 
Dünyayı kirlettikçe kendi yaşamımızı da kirlettiğimizi, ruhumuzu da kirlettiğimizi anlayabildik mi? Pek sanmıyorum. Dünya ve insan aynı hızla - hatta belki daha da hızlı - kirleniyor. Biz bu kirlenmeyi görmeden, hakikate gözlerimizi kapatarak  mutlu  yaşayamayacağımızı anlamamız ve kendi ruhumuzdan başlayarak bir temizliğe başlamamız gerekiyor.
Tekrar çocuk olamayız, yaşanmış olanları yok farz edemeyiz, zamanı geri alamayız ama çocuklarımızın aynı kirlenmeyi yaşamaması için mücadele edebiliriz. Onlara güzel bir yaşam sunmanın doğru yollarını bulabiliriz. Mutluluğun sahip olduklarının artmasıyla değil, aksine sahip olduklarını paylaşmasıyla artacağını öğretebiliriz mesela. Şimdi belki de “Biz zaten öğretiyoruz.” diyeceksiniz. O zaman neden hala kendi çıkarları için bütün dünyayı ateşe verecek insanlarla dolu dünyamız, birbirinin kuyusunu kazan, sırf daha çok kazanabilmek için binlerce insanın sağlığı ve hayatıyla oynayan insanlar var aramızda?
“Haram-Helal” sınırlarını tanımıyorsanız, yapamayacağınız şey yoktur. Sınırlarınızı bilmezseniz sınırsız davranmaya başlarsınız. Başkalarının sınırına tecavüz etmeye başlayan birinin  mutlu olmak adına bunu yaptığını söylemesi ne kadar da mantıksızdır. Sizin mutluluğunuz başkalarını mutsuz ederse bunun bedeli çok ağır olacaktır. Hem yaşarken hem ölüm sonrasında bir bedel ödemeye hazır olmanız gerekir. Sınırlarınızı bilmezseniz bir gün size sınırlarınızın hatırlatılacağını ve bunun hesabının sorulacağını bilerek yaşamak  en doğrusudur.
Hiç hesap vermeyeceğini düşünen bir varlık olursa insan, açgözlülüğü ile etrafındaki herkese ama herkese zulmeden birine rahatlıkla dönüşebilir. Güçlü olmak ile haklı olmayı birbirine karıştırabilir. Vahşi bir yaşama dönmeyi kim arzular ki? Güçlünün zalimleştiği bir dünyayı kim ister ki? Hiç kimse. Ama hepimiz rahatlıkla bir zalime de dönüşebiliriz. Hakkın yanında durmazsak, çıkar peşinde koşarken adaleti ihmal edersek, daha fazla kazanmak uğruna her şeyi mübah görürsek, gücümüzün şehvetine kapılırsak rahatlıkla  zalimleşebiliriz.
Çocuklarımıza güzel bir dünya için, kendi huzurumuz için yanlışların altını çizip doğruları yerine ikame etmemiz gerekiyor. Zalimin değil mazlumun yanında duran, güçlüyü değil haklıyı tutan, çok şeye sahip olmak için etrafındakileri kırıp geçiren değil, sahip olduklarını başkalarıyla paylaşan güzel bir nesil için çabalayalım. Kendi günahlarımızı çocuklarımızın da sırtına yüklemeyelim. Onların bizim gibi kirlenmemeleri için ne gerekiyorsa yapalım. Yaşamanın ne demek olduğunu bilen ve bunun hakkını veren bir nesil için yeni şeyler söyleyelim artık...


Alparslan YILMAZ
DİL&ANLAT - Şubat 2015 - 18. Sayı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder