Söze Eyvah Necdet gibi başlamak mı lazım acaba, “Sen Vahşi doğada yaşayan ceylanları bilir misin?” diye. Yılmaz Erdoğan’ın “Bir Demet Tiyatro”sundaki unutulmaz karakterlerden biridir Eyvah Necdet; hayvanlar alemini çok iyi bilir ve vereceği her mesajdan önce hayvanlar aleminden bir şey anlatarak mesajını verirdi. Öğrenciler derginin bu sayısının konusunu önerdiklerinde Eyvah Necdet ve Darwin’in “Doğal Seçilim Teorisi” aynı anda hücum etti zihnime.
Eyvah Necdet’in bu konuda bir mesaj vermek için hayvanlar aleminden bir örneği olurdu muhakkak. Sakat bir ceylanın yaşamak için hiçbir sansının olmayacağını anlatan bir hikayesi ya da yeterince hızlı olmayan bir aslanın açlıktan ölmekten başka bir seçeneğinin olmadığını anlatan bir misali.
Darwin’in “Doğal Seçilim”i çerçevesinden bakarsanız sakat bir ceylanın veya aslanın yaşaması imkansızdır: Güçlüler hayatta kalır, zayıf olanlar yok olup giderler.
Hayvanlar alemi üzerinden konuya giriş yapmak çok hoş durmasa da yaşadığımız insanlar aleminin de en az hayvanlar alemi kadar vahşi, hatta daha da vahşi olduğunu söyleyebiliriz. Hayvanlar hazır olarak buldukları bir doğada yaşam mücadelesi verirler. Yaşadıkları doğal çevrenin şartlarına uyum sağlayanların yaşama şansı, uyum sağlayamayanlara göre daha yüksektir. Hayvanların yaşadıkları doğal ortamı değiştirmek gibi yetenekleri yoktur. Onlar doğaya uyum sağlarlar, doğayı kendilerine uydurmaya çalışmazlar. Oysa insan öyle mi? İnsan, özellikle sanayileşme ile birlikte, doğayla mücadele eden ona karşı galibiyetini ilan eden bir varlık. Doğayı kendine uydurmaya çalışan bir varlık.
Göçebelikten yerleşik hayata geçen insan, şehirler kurdu yaşamak için ve bu şehirleri değişen ihtiyaçları doğrultusunda yeniden, yeniden imar etti. Önüne çıkan her şeyi yıktı ve sadece daha güçlü daha gösterişli bir yaşam kurmak adına zayıfa yaşam hakkı tanımadı; güçlü olanların ayakta kaldığı, zayıfların yok olmaya mahkum oldukları bir dünya kurmaya çalıştı. Hep daha güçlü olmayı arzulayan ve bu uğurda her şeyi göze alan insan, sosyal hayatı vahşi bir yaşam alanına dönüştürdü. Bunun adı Sosyal Darwinizm’dir ya da diğer bir deyişle vahşi kapitalizm. Bütün bunları daha mutlu bir dünya kurmak adına yapan insan mutsuzluktan başka bir şey sunamadı hemcinslerine. Bilmeden kendi tuzağını kurdu.
İnsanın kurduğu bu vahşi yaşamın içinde zayıflara yer yoktur. Şehirleriniz, caddeleriniz, sokaklarınız, yollarınız, kaldırımlarınız, binalarınız hep güçlüler içindir. Yasalarınız, yönetmelikleriniz, kurallarınız hep güçlü olanı gözetir, güçlünün yanındadır. Gerçek budur. Ama söylem, hakikatin gizlendiği, hayallerin ifade edildiği bir sahtelikten başka bir şey değildir.
Bir tercihte bulunmak vakti artık erteleyemeyiz. Ya artık makyajı akmış sahtekarlığımızı devam ettirip daha da vahşileşeceğiz ya da gerçeğin farkına varıp, vahşi bir hayvan değil de insan olduğumuzun farkına vararak bütün yaşamımızı yeniden düzenleyeceğiz . Bir tercih zamanı....
Özel günlerde o günün sahiplerine hayallerimizi ve arzularımızı ifade eden birkaç nutukla vicdanımızı rahatlatmaya çalışıyoruz. Ama artık öylesine görünür hale geldi ki sorunlar bu nutuklar ya da göstermelik sosyal projeler vicdanımızı rahatlatmıyor. Bakış açımızı değiştirmek zorundayız. Hayallerden sıyrılıp gerçeği görmek ve insanlığımızı hatırlamak zorundayız. Çünkü modern hayat şehirleri bazılarımız için daha da yaşanılamaz hale getirdi. Ya sahtekarca davranmaya devam edip sosyal proje adı altında sorunları geçiştirmeye devam edeceğiz ya da gerçeğin üzerindeki hayal perdesini yırtıp gerçek çözümler üreteceğiz. Yanlış anlaşılmak istemem sosyal projelerin farkındalık yaratmak adına önemli olduğunu, ama sadece bu projelere sıkıştırılmış anlayışların sorunların çözümü için yeterli olmayacağını düşünüyorum. Bu projelerin vicdanlarımıza pansuman vazifesi görmekten başka işlere de yaraması lazım artık. Toplumun ve toplumun önderlerinin gerçekten işe yarar, gerçek yaşama dönük bir takım adımlar atmasının vakti geldi de geçiyor. Bir şey yapılacaksa şimdi yapılmalıdır, yapılması gerekenler belirsiz bir geleceğe ertelenmemelidir.
Hepimizin çok güzel temennileri var. Herkese haklarının verildiği, herkesin rahatça yaşadığı, uçan kuşun bile mutlu olduğu bir memleket istiyoruz hepimiz. Ama bu gerçekleştirmenin yöntemini henüz keşfedebilmiş değiliz. Bütün işlerimizde olduğu gibi yöntemsizlik en büyük problemlerimizden birisi. İstediklerimizi hayata nasıl geçireceğimizle ilgili bir yönteme sahip değiliz. Filibeli Ahmet Hilmi’nin diliyle söylersek “...birçok güzel temennisi bulunan, fakat yöntem ve hedeften mahrum bir toplum, hastadır...”
Yazı boyunca derginin konusunu ifade etmedim, çünkü “ENGELLİ” ifadesinin bir haksızlık olduğunu düşünüyorum. Ellerini, ayaklarını, gözlerini, kulaklarını ya da başka herhangi bir uzvunu bizim gibi kullanamayan insanların eksik, kusurlu, acınacak insanlar olarak görülmelerini doğru bulmuyorum. Tam aksine onlara kusurlu gözüyle bakanın asıl kusurlu, asıl engelli olduğunu düşünüyorum.
Asıl acınacak olanlar; kanunları yaparken, binaları dikerken, caddeleri, kaldırımları, parkları düzenlerken bütün insanları düşünmeyenlerdir. Açıkça söylemek gerekir ki bunları düşünmeyenler “ENGELLİLER(!)”i hayatın içinde görmek istemeyenlerdir aynı zamanda. “Evlerinde otursunlar, sokağa çıkmasınlar, alışveriş yapmasınlar, caddeleri kaldırımları kullanmasınlar, okullara gelmesinler kısaca hayatın içinde görünmesinler.” diyenlerdir onlar. Sokakta gördükleri her bir engelli onlara sahtekarlıklarını hatırlatıyor çünkü.
Yaşamak onların da hakkı ve biz yanlışlarımızla onların yaşam hakkına tecavüz ediyoruz. Empati kurmak için iyi niyetle söylenen “Biz de bir gün sakat kalabiliriz.” ifadesini de artık terk etmemiz gerekiyor. Çünkü birilerine haklarını teslim etmek için onlar gibi olmamıza gerek yoktur. Bakış açımızı ne olur artık değiştirelim bu dünyada onların da yaşamaya hakları olduğunu bilip bütün kurallarımızı ve çevremizi yeniden düzenleyelim.
Vahşi bir yaratık değil insan olduğumuzu hatırlayalım. Güzel bir yaşam herkesin hakkı. Artık sosyal projelere sıkışıp kalmayalım; bütün sosyal hayatı birlikte yaşamak için yeniden kuralım. Vicdanımız ancak o zaman huzur bulacaktır.
DİL&ANLAT
ARALIK 2014
SAYI 17
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder