Hiç dinmeyen bir öfkemiz var. Mayamız öfkeyle karılmış sanki. Ne kadar çok şeye öfke duyuyoruz bir düşünün: Eşimize, çocuğumuza, kardeşimize öfkeleniyoruz; komşumuza, sokaktan geçenlere, bakkala, kasaba, sütçüye, öfkeleniyoruz; öğretmenlere, öğrencilere, bankacılara, çöpçülere öfkeleniyoruz; sürücülere, yayalara, Fenerlilere, Galatasaraylılara, Beşiktaşlılara, futbolculara, federasyona, teknik adamlara, hakemlere, seyircilere öfkeleniyoruz. Öfke duymadığımız hiçbir varlık yok neredeyse. Yeryüzünde nefretin hakimiyeti var sayemizde.
Evet, öylesine öfke doluyuz ki nefretimizi kusacak bahaneler arıyoruz. Bahaneyi bulduğumuz anda zincirden boşanmış boğa gibi önümüze ne geliyorsa saldırıyoruz. Takımı yenilmiş futbol taraftarlarının maçtan sonra futbolculara, karşı takımın taraftarlarına saldırmasına hepiniz şahit olmuşsunuzdur. Normal bir insanın bunları yapamayacağını düşünürsünüz. Bunları yapan insanların hasta ruhlu insanlar olduğu teşhisini hiç çekinmeden koyabilirsiniz. Sağa sola saldıran bu insanların günlük hayatlarında bizim gibi seven, sevilen, merhametli, sevecen, babacan, duygusal vs. insanlar olduğu gerçeğini biliriz ama ekran karşısında olaylarla ilgili haberleri seyrederken bunu pek düşünmeyiz. O anda onların hasta ruhlu insanlar olduğu düşüncesi daha mantıklı gelir bize. İçlerinde gerçekten öyle olanlar yok mu? Var. Ama olaylara karışanların hepsinin hasta olduğunu kabul ettiğinizde toplumun büyük bir kısmının hastalığını da kabul etmiş olursunuz ki öfke konusunda bunun göz ardı edilemeyeceğini düşünüyorum.
Aynı öfkeyi sosyal medyayı kullananlarda da görmek mümkün. Öfke duyduğunuz birini eleştirmeye görün, hemen sizin yanınızda yer alan nefretini kusan bir yığın kalabalığı bulabilirsiniz etrafınızda. Birden bire bir linç kampanyasının ortasında bulursunuz kendinizi. Sizin yanınızda olanlar ve karşınızda olanların kapışmasına sahne olur sanal alem.
Bu öfkeli halini modern dünyanın insan üzerindeki etkisi olarak açıklayanlar olabilir kuşkusuz ama insanın kötülüğe olan meylini göz ardı etmemek gerekir. Çünkü öfke seline kapılıp da çok büyük kötülüklere imza atanların yaptıklarıyla dolu dünya tarihi. Bugün kötülük, katliam, soykırım gibi sıfatlarla andığımız birtakım tarihi olaylar, o gün o olayların içinde yer alanlar tarafından büyük bir kahramanlık olarak nitelendirilmiştir. O yüzden öfke ve nefretin modern zamanların bir hastalığı olduğu düşüncesi benim pek itibar etmediğim bir düşünce. Ayrıca yaptığımız her kötülüğe bahane bulmanın bir yolu gibi geliyor bu modern bunalım hikayeleri. İnsan kendi sorumluluğunu taşımalıdır. Zamanın bozukluğu, ekonomik sebepler, tahrikler, zararlı düşünceler gibi hafifletici sebepler aramak yerine insan olarak kendi sorumluluğumuzu yüklenmeyi bilmeliyiz. Bir kalabalığın içerisinde öfkemizi kontrol edemiyorsak bir birey olarak yeterince gelişememişiz, olgunlaşamamışız demektir ne yazık ki. Ve hiçbir hafifletici sebep bu gerçeği değiştiremez.
Nefreti ve öfkeyi besleyecek unsurları hep içimizde taşıyoruz. Ama aynı şekilde sevginin, merhametin ve hoşgörünün de bizim insanlığımızın göstergesi olduğunu ve içimizde büyütülmeyi/beslenmeyi umutla beklediğini unutmayalım. Bir Kızılderili öyküsüyle bitirelim yazımızı:
“Yaşlı Kızılderili reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki köpeği izliyorlardı. Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve on iki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı. Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri köpekti bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için biri yeterli gözükürken niye ötekinin de olduğunu, hem niye renklerinin illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O merakla sordu dedesine. Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı. 'Onlar' dedi, 'benim için iki simgedir evlat.' 'Neyin simgesi' diye sordu çocuk. 'İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli
mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları.' Çocuk, sözün burasında, mücadele varsa, kazananı da olmalı diye düşündü ve her çocuğa has bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi: 'Peki, sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?' Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa ve: 'Hangisi mi evlat? Ben hangisini daha iyi beslersem!' dedi.”
mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları.' Çocuk, sözün burasında, mücadele varsa, kazananı da olmalı diye düşündü ve her çocuğa has bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi: 'Peki, sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?' Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa ve: 'Hangisi mi evlat? Ben hangisini daha iyi beslersem!' dedi.”
İçimizdeki öfkeyi, nefreti çok fazla beslemeyelim...
TOZLU TAHTA / MART 2013/ 18. Sayı