Yeryüzündeki en doyumsuz varlık olduğumuz kuşku götürmez bir gerçek. Ne kadar şeye sahip olursak olalım elimizde olmayanın ateşiyle yanıp kavruluyoruz. “Vadiler dolusu altına” sahip olsak yine de yerin altında yatan altın madenini aramakla geçiriyoruz ömrümüzü. Ne kadar fazla şeye sahipsek o kadar çoktur eksiğimiz. Zenginlerin paraya ihtiyacı, fakirlerden daha fazladır. İnanmazsanız sorun bir zengine. Sahip olduklarımız ihtiyaçlarımızı da artırıyor. O yüzden tükettikçe tüketiyoruz. Ne kadar çok kazanıyorsak o kadar çok harcıyoruz. Harcadıkça tatminsizliğimiz artıyor.
İnsanın bu “açgözlü” doğası iktisat biliminin ortaya çıkmasına sebep olmuştur desek fazla mı abartmış oluruz? Sanmıyorum. Sınırlı kaynaklarla, insanın sınırsız ihtiyaçlarını karşılamak üzere kafa yoran bir sürü iktisatçı açgözlülüğümüzün bilimsel kanıtlarını önümüze koyuyorlar aslında çalışmalarıyla.
Açgözlülüğü ortadan kaldırmak mümkün mü? Tabii ki hayır. İnsanın doğasında olan bir şey, insan var oldukça olacaktır. Ama insanlığımızı artırmak adına bununla mücadele etmemiz gerekiyor. Evet, insanlığımız için…
Bu konuya neden girdik?
İnsanların neye ihtiyaçları olduğu konusundaki yetersizlikleri, onların düşüncesiz bir tüketici olmalarının da nedenidir. Eğer neye ihtiyacınız olduğunu siz bilmiyorsanız, başkaları sizin ihtiyaçlarınızı belirler ve hayatınızı kontrol edebilir. Herhangi bir şeye ihtiyacınız olduğuna siz karar verebiliyorsanız hayatınızı kontrol etme ihtimalinizi de yükseltiyorsunuz. Müthiş bir çağda yaşıyoruz. Bizi etkisi altına alan, yönlendiren o kadar çok şey var ki. Evimizde televizyonun düğmesine dokunduğumuz anda, bilgisayarımızı açtığımız anda, cep telefonumuzdan internet dünyasına adım attığımız anda kurtlar sofrasındaki koyunlara dönüyoruz. Ve koyunlar kararsızdırlar. Bir çobana koyunların arasında dolaşan birkaç keçiyi sormuştum da o da onlar bu sürünün alarmı, demişti. “Nasıl yani?” diye sorduğumda: “ Geceleri açık alanda kaldığımız zamanlarda eğer bir kurt sürüye girerse koyunların korkudan sesleri çıkmaz. Artık kurdun insafına kalmıştır kaç tanesini öldüreceği. Ama sürüde bir tane keçi olursa kurt geldiğinde bu keçi kaçmaya, bağırmaya başlar. Onun sesine uyanan çobanlar da gerekeni yaparlar.” demişti.
Elinde akıllı telefon modellerinden biri olan genç, telefondan sıkıldığını söylüyordu. Neden sıkıldığını, telefonun ihtiyaçlarını giderme konusunda eksiklikleri mi olduğunu sorguladığınızda aldığınız cevap insanın doyumsuzluğunun modern bir örneği: Telefonun yeni modeli çıkmış. Peki yeni modelin sahip olduğu, sizin telefonunuzda olmayan özellik ne? Hiçbir yeni özellik yok sadece ekran kalitesi değişmiş.
Bu yeni telefona ihtiyacımız yoktur. Ama ona ihtiyacımız olduğu duygusunu yaratan reklamcıları da modern dünyanın büyücüleri olarak nitelendirebiliriz. Evet, büyücüler. Bu büyücülerin büyüleri eğer şerbetli değilseniz sizi etkisi altına alacaktır.
Teknoloji mağazasının açılışı dolayısıyla indirim yapılıyor. Kapısında sabahlayan binlerce insan. Başka illerden gelenler var. Kapılar açıldığında birbirini ezerek mağazaya saldıran modern(!) insanlar. Adamın birine mikrofon uzatılıyor. Üç tane LCD TV almış: Evde televizyon yok mu? Var, aynısından. Neden almış? Ucuzluktan. Ne yapacakmış bu televizyonları? Her odaya bir tane kuracakmış.
Evet, her odada bir televizyona ihtiyacı olduğunu düşünen insanın neye ihtiyacı olduğu konusunda gerçekten kendisinin karar verebileceğine nasıl inanabiliriz? Belki de adamın evinden dünyaya yayın yaptığı bir televizyon kanalı vardır. Olamaz mı? Pekala olabilir. Belki de gerçekten ihtiyacı vardır da onu açgözlü olmakla suçlayan bizler yanılıyoruzdur.(!)
Sahip olduğumuz şeylerin sayısı arttıkça aynı oranda mutluluğumuz da artar mı acaba? Öyle olduğuna inanan o kadar çok insan var ki bu tüketim çılgınlığı inanılmaz boyutlarda. Sevinç anında, hüzünlü anında, can sıkıntısında alışverişe çıkan insanların varlığından söz ediliyor. Sevince sevinç katan alışveriş, hüzne iyi gelen alışveriş, can sıkıntısını gideren alışveriş …
Aslında istediğimiz tek bir şey var: mutlu olmak. Tüketerek mutluluk serapları oluşturuyoruz kendimize. Evet, serap. Tam evet, mutluyum dediğimiz anda kaybolan bir mutluluk. Biraz ilerde bir tanesi daha… Böylece tüketiyoruz ömrümüzü. Oysa aradığımızı hiçbir eşyada bulamayacağız. Aradığımız şey hem çok uzakta hem çok yakında. Aradığımız şey içimizde. İnsanın kendinden daha yakınında ne olabilir ki? Ama o kadar da uzakta. Kim gerçekten kendi içine doğru bir yolculuğu göze alabilir ki?
DİL&ANLAT ŞUBAT 2013